Teniste disiplinin önemine dikkat çeken Milli Takım Kaptanları Alaaddin Karagöz ve Haluk Akkoyun, “Oyuncularımız daha iyisini yapmaları gerekirken, buna yanaşmıyorlar. Maalesef onların konfor alanları çok geniş” diyor.
RÖPORTAJ: TOLGA YENİGÜN
Türk tenisinin yükselen değeri Megasaray Tenis Akademesi’nde bir araya geldiğimiz Milli Takım Kaptanlarımız Alaaddin Karagöz ile Haluk Akkoyun, deyim yerindeyse tenisimizin fotoğrafını çekti. Gelin lafı fazla uzatmadan, ömürlerini kortta geçiren ikilinin Kort’a verdiği samimi röportaja geçelim…
– Yeni bir akademi olan MTA’nın Türk tenisindeki yerini sorarak başlasam…
Alaaddin Karagöz: Öncelikle Şahinler Holding’e çok teşekkür etmek istiyorum, böyle bir projeyi hayata geçirdikleri için. Burada bizim amacımız akademiyi, uluslararası bir akademi haline getirmek. Öncelikle Türk sporculara katkı sağlamak ve onları uluslararası alanda iyi yerlere getirmeyi amaçlıyoruz.
– Sporcuların gelişimi açısından siz buradaki ortam hakkında neler söylemek istersiniz?
Haluk Akkoyun: Genel olarak baktığımız zaman, yurt dışına gittiğinizde de bu tarz akademileri sıklıkla görürsünüz. Yılın 365 günü açık kortlarda tenis oynayabilirsiniz. Akademinin en büyük artısı, kaliteli antrenörlerin olması. Yılın her haftasında turnuva oynanıyor. ITF, Junior, TennisEurope, Future turnuvaları… Aslına bakarsanız, yurt dışındaki imkânları burada ayağımıza getirmiş olduk.
– Eski bir oyuncu olarak, 2000’li yılların başındaki tenis ile modern tenise geçiş sürecinde ne gibi farklar yaşandı?
H.A: Eskiden oyuncuların şöyle şanssızlığı vardı. Uygun tesis alanları yoktu, turnuva sayısı daha azdı. Eskiden, buna ben ve Alaaddin Hoca da dahil, kendi bireysel yeteneğimizle bir yere geliyorduk. Bize verilenlerle en iyi yerlere gelmenin peşindeydik. Şimdilerde kondisyoner, fitness antrenörü gibi birçok kavram var. Türkiye’de tenisin, şimdiki imkânlarla çok daha iyi yerlerde olması gerekiyor. En büyük sıkıntı, ‘oyunculara bu kadar imkânı veriyoruz; ama acaba yanlış mı yapıyoruz?’ algısında. Oyuncular elini taşın altına koymalı. Bazen hak etmeden bir şey verdiğiniz zaman ne kadar iyi, ne kadar kötü oluyor, bunu da tartışmak gerekiyor. Bu konuda dengeyi çok iyi koymak gerekiyor.
– Türk tenisini, dünya üzerinde nerede görüyorsunuz?
A.K: Maalesef hak ettiğimiz yerde değiliz. Haluk’un da söylediği gibi son dönemlerde Spor Bakanlığımız olsun, Tenis Federasyonumuz olsun sporculara ciddi anlamda destek sağlıyor. Fakat onları biz bir şekilde istediğimiz yerlere getiremiyoruz. Bunun da birçok sebebi var. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Biz rahatı seviyoruz, konfor alanlarımız maalesef çok geniş. Bu alanları yeteri kadar sınırlandırabilirsek, başarının da geleceğini düşünüyorum.
– Uzun zamandır kızlarımızın FED Cup kaptanlığını yapıyorsunuz. Bu süreç size nasıl bir tecrübe kattı?
A.K: Bir erkek antrenör olarak kızlarla çalışmak bir yandan kolay, bir yandan zor. Kızlarla konuşurken her zaman dikkatli konuşmak zorundasın. Bu konuda zaman zaman sınırı aşabiliyorum. Maalesef yapım öyle. Şu açıdan sert yapıya sahip oluyorum: Onlardan beklediğim genel davranış biçimini yeterli bulmuyorum. Onun için de bu durum performansımıza yansıyor. Daha iyisini yapmaları gerekirken maalesef yapamıyorlar. İlk başta dediğim gibi oyuncuların konfor alanları çok geniş.
– Bu yıl da Avrupa/Afrika 1. Grubu’nda kalmayı bildik. Daha iyisini yapabilecek potansiyelimiz elbette var. Sizce neden bu noktada sınıf atlama konusunda sorun yaşıyoruz?
A.K: Bulunduğumuz grup, gerçekten zor grup. İlk hedefimiz grupta kalmak. Oynadığımız gruptan birinci çıksak bile üst gruptan düşen bir takımla eleme maçı oynayacaktık. Onun için bunlar kolay işler değil. İnsanlar bazen hadlerini aşıp eleştiri yapabiliyor. Bu sene ciddi sakatlarımız vardı, ona rağmen grupta kaldık. Bu zamana kadar Çağla Büyükakçay takımımızı sırtlıyordu, fakat iki senedir Pemra Özgen mükemmel bir performans sergiledi ve takıma çok katkı sağladı. Bu iki oyuncumuza sizin aracılığınızla çok teşekkür etmek istiyorum. İkisi de Türk tenisine çok güzel rol model oluyor.
PEMRA’YA GEL YERİME GEÇ DİYORUM
– Önümüzdeki yıllarda yine onların tecrübelerinden faydalanmaya devam edecek misiniz?
A.K: Kesinlikle faydalanacağım. Hatta Pemra ile aramızda şöyle bir konu var. Ona da sürekli söylüyorum, takım sana hazır ve seni bekliyor diyorum. Benden bayrağı devralmasını bekliyorum. Pemra da bana ısrarla ‘Ben daha oynayacağım’ diyor ve bunu da gerçekten kortta gösteriyor. Çok gurur duyuyorum kendisiyle. Onunla kortta olmak ve o havayı onunla solumak çok keyifli bir şey. Çağla birçok ‘ilk’i başardı kadın tenisinde. WTA turnuva kazandı, ilk 100’e girdi. Fakat biz toplum olarak çok hazımsız kişilerden oluşuyoruz. Zaman zaman bunları bile eleştirebiliyoruz. Ben bunları umursamıyorum, bunu Çağla’ya da söylüyorum. Çünkü tüm başarılarda büyük emekler var ve herkesin emeğine saygı duymak lazım. Bu iki isim uluslararası arenalarda bizi çok iyi temsil ediyor ve diğer oyuncuların önlerinde rol model olmaya devam ediyorlar.
– Yıllardır oyuncuların gelişimi ve başarının artması noktasında sizin de sponsorlara büyük iş düştüğü konusundaki açıklamalarınızı biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
H.A: Sponsorluk farklı bir kavram. Burada milli takım oyuncularının tüm masraflarını zaten Tenis Federasyonu ve Spor Bakanlığı karşılıyor. Tabii ki ekstra sponsorluk bulmak önemli ama burada oyuncularımızın çok iyi yerlere gelmesi gerekiyor. Yoksa çok zor! Önce başarı gelmesi lazım. Başarı gelirse zaten markalar onların peşinden koşacaktır.
ÇAĞLA TIRNAKLARIYLA KAZIDI
– Türk tenisinin kısmen de olsa düşüş içerisinde olduğu muhakkak. Sürekli bir oyuncu çıksın ve kısa sürede dünya tenisinde söz sahibi olsun diye bekleyen bir grup var. Sizin yorumunuzu merak ediyorum.
H.A: Öncelikle kulüplere bu konuda fazla yük yüklemek doğru değil. Turnuva oynamak, buralarda harcanan para, ciddi bir külfet. Tamam bizden iyi bir oyuncu çıkmıyor; ama örneğin İngiltere’ye bakın. Andy Murray’den sonra kim gelebilmiş? Ya da İsviçre’ye bakın. Roger Federer ve Stan Wawrinka’dan sonra ilk 50’de bir oyuncuları var mı? Bunlar kolay şeyler değil. İspanya ve Fransa her dönem bayrağı taşıyor gibi görünüyor.
Burada şu örneği de vermek istiyorum. Fransa, yıllardır Roland Garros’u düzenliyor ama ülkesinden bir şampiyon çıkartamıyor. Bizden Çağla ile Marsel çıktı. Çağla çok geç çıkış yaptı. Yüreğiyle, azmiyle ve antrenman aşkıyla geldi buraya. Tırnakları ile kazıyarak adeta bu noktaya geldi. 80 milyon nüfusumuz var ama spor kültürü, hatta tenis kültürümüz yok.
– Yeniden yapılanma sürecinde uzun vadeli planlarımız neler olmalı?
A.K: İlk olarak disiplinli olmamız gerekiyor. MTA’de bunu fazlasıyla yapmaya çalışıyorum. Oyuncuların kort içi kadar kort dışında da prensipli olmaları gerekiyor. Çağla örneğinde olduğu gibi savaşçı ve hırslı olmaları gerekiyor. Disiplin, mental gücü de beraberinde getiriyor. MTA tarzı akademilerin artması gerekiyor. Disiplini, bu tarz akademiler daha iyi sağlıyor. Çünkü oyuncuları belli bir kamp döneminde tutmadan bunları başarmak çok da mümkün değil.
CEM GEÇ OLGUNLAŞTI
Davis Cup’taki hedeflerimiz neler?
H.A: Oyuncularımızı daha fazla geliştirmek ve turnuvalara hazırlamak zorundayız. 3 sene önce Cem İlkel’i challanger turnuvası oynasın diye Polonya ve İtalya’ya götürmüştüm. Ona sadece şunu söyledim: “Senin duruş olarak bir sorunun yok. Ama kondisyon anlamında biraz yetersizsin ve bu tarz turnuvalarda zorlanıyorsun. Yerinde olsam yediklerime ve içtiklerime daha fazla dikkat ederim. Biraz incelmen ve daha fit hale gelmen gerekiyor.” Cem aradan geçen zamanda daha yeni yeni bu noktaya geldi. Yediğine içtiğine dikkat etmeye başladı. Demek istediğim, biz genel olarak geç olgunlaşıyoruz. Bu sürece daha erken girmesi gerekiyordu. Onun bu noktada en az 2 yıl kaybettiğini düşünüyorum.
İlk 100’de oyuncumuz olmadan Birinci Grup’ta maç kazanmak çok zor. Çünkü orada çok güçlü ülkeler var ve bu ülkelerin ilk 100’de en az 1-2 tane oyuncuları var. Daha üst seviyede gruplarda oynamak istiyorsanız, aynı orantıda daha iyi oyuncularla mücadele etmek zorundasınız. Cem’in de bu süreçte ileride ilk 100’e girebileceğini düşünüyorum. Onun vuruş anlamında bir eksiği yok. Aynı şekilde Altuğ’da sıralamada yükselişe geçecektir.
BAZEN KAZANMAK İÇİN GÜLMELİSİN…
– Milli Takımda paylaşmak istediğiniz bir anı ya da hikâyeyi paylaşmanızı istesem…
H.A: Cem, Güney Afrika ile oynadığımız seride 5 setlik bir maça çıktı. Marsel ile ikisi oynuyordu. Setlerde 2-1 gerideydik. Dördüncü sette 4-3 skor dezavantajımız vardı ve rakibimiz maçı kazanmaya yakındı. Cem’e o an bir espri yaptım ve bana hayretle baktı. Ona, ‘Gülmelisin, yoksa maçı kaybedeceğiz!’ dedim. O kadar gergindi ki, o an taktiğin bir anlamı yoktu. Gerginliğini almam gerekiyordu ve o da sonraki oyunlarda gülmeye başladı. Maçı da kazanmıştık.
A.K: İngiltere ile unutamadığım bir grup maçı vardı. Johanna Konta ve Heather Watson var karşımızda. Maçtan önce ısınmaya gittiğimizde onların kaptanları Judy Murray hazırlık yapıyor ve bayraklarla tribünleri süslüyordu. Şaşırmıştım ama bu durum hoşuma da gitmişti. O gün onları iki tekler maçında da mağlup etmiştik. Bir diğer unutamadığım maç İsrail ile deplasmanda oynadığımız seriydi. Onlarla da aynı şey olmuş ve tekler maçının ikisini de (Sharar Peer ve Julia Glushko) kazanmıştık.
Çiftlerde tutuk bir görüntüdeyiz. Sizce sorun tam olarak nedir?
A.K: Özellikle bu yıl büyük sıkıntılar yaşadık. Takımda eskiye nazaran çiftler oynayacak çok sayıda oyuncum vardı ve risk alarak farklı bir tercih yaptım. Oyuncularıma çok güvenmiştim, böyle bir maçın stresini kaldırabileceklerini düşünmüştüm. Onlar da bana davranış şekilleri ve konuşmaları ile bunu hissettirmişti. Fakat başarılı olamadık ve maç sonunda onlarla konuştum. Burası 15K’lık bir turnuva değil, yüreğinizle ve savaşçılığınızla oynamanız gereken bir arena. Ben bunu kortta göremediğim için çok üzüldüm. Ülkeniz için oynuyorsunuz ve neyiniz varsa ortaya koymak zorundasınız.
Ben oyunculuğumda da kaptanlığımda da böyle gördüm ve yaşadım. Onların da böyle yapmasını bekliyorum. Bir, iki oyuncumuz hariç profesyonel düşünce yapısına sahip değil maalesef. Özverili davranışı, savaşçılığı, duruşu gösteremiyorlar ve bu da onların gelecekte ulaşmaları gereken yerlerden uzaklaştırıyor.
– Gelecek demişken, 20 yaş altı oyuncular ile ilgili düşüncelerinizi sorsak…
A.K: Zeynep Sönmez’i Fed Cup maçlarında tecrübe kazanması ve ortamı görmesi açısından yedek oyuncu olarak getirdim. Oynatma fırsatım vardı ama Ayla Aksu’ya şans verdim. Maalesef ondan verim alamadım. İpek Öz ve Başak Eraydın’da keza aynı şekilde. Zeynep yine de takıma katkı sağladı. Tüm antrenmanlarda Pemra ile oynadı. Ritimli oyun karakteri ile Pemra’ya önemli katkılar sağladı. O da biliyorsunuz dünya 75 numarası Tamara Zidansek’i yendi.
ATAKAN İKİ SENE DAHA BÖYLE GİDERSE MİLLİ OLUR
– Oyuncu seçerken kriterleriniz neler?
H.A: Erkeklerde açıkçası havuzumuz o kadar geniş değil. Geçmişte Marsel’i zaten kafadan yazıyorduk. Şimdilerde Cem, Altuğ ve Ergi ilk başta yazacağımız 3 raket. Dördüncü ve beşinci isim her zaman değişebiliyor. Alaaddin Hocamın Zeynep örneğinde verdiği gibi 20 yaş altı bir oyuncum şimdilik yok. Atakan Karahan var ama o daha 14 yaşında. İki sene daha performansını üst seviye sürdürebilirse onu da kesinlikle düşünürüz. Ben Davis Cup’a ilk seçildiğimde 17 yaşındaydım.
Türk tenisinin her açıdan fotoğrafını çektiğinizde 100 üzerinden kaç verirsiniz?
H.A: Biz de oyunculara verilen imkânlar çok üst düzeyde ve o yüzden rahatlıkla bu konuda 80 puan verebilirim. Marsel yıllarca büyük destek aldı ve bu noktaya geldi. ‘Antrenman, maçın aynasıdır’ derim her zaman. Antrenmanda yapmadığınız şeyleri maçta yapamazsınız. Bu konuda antrenmanların önemi çok büyük. Oyuncularımız kort içindeki performanslarına bakarsam, kendilerini zorlamak yerine kolayı seçiyorlar. O yüzden max. 50 puan veriyorum.
A.K: Genel anlamda 80 puan veririm ama performans anlamında 30-40’tan öteye gidemez.
‘VATAN, MİLLET, SAKARYA’ ANLAYIŞI YOK
– ATP Cup ve Davis Kupası’nın birleştirilmesi gündemde. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
H.A: Büyük oyuncular Davis Kupası’nı fazla oynamak istemiyor. Geçmişte 5 set üzerinden oynanıyordu, şimdi 3 sete indirildi. Artık ‘yıldız oyuncuları nasıl oynatabiliriz?’ düşüncesi ile hareket ediyorlar. Fakat oyuncular yıl boyunca o kadar fazla sayıda turnuva oynuyorlar ki, Davis Cup’a fazla zaman ayırmak istemiyorlar. Diğer ülkelerdeki oyuncular olaya bizim gibi ‘Vatan, Millet, Sakarya’ mantığı ile yaklaşmıyor. Devletten herhangi bir teşvik alırlarsa oynuyorlar. Onlar bunu bir iş olarak görüyor ve aldıkları paraya göre hareket ediyorlar.
Genç tenisçilere başarılı olmaları için neyi öğütlersiniz?
A.K.: Disiplin, hırs, savaşçılık, azim, mental güç gibi birçok enstrüman sayabilirim ama şu cümle sanki daha iyi gibi: Beğendikleri, rol model olarak belirledikleri oyuncuların hayat hikâyelerini okusunlar, neler yaptıklarına bir baksınlar derim.
H.A: İcra ettikleri işi hakkıyla yaparlarsa zaten bir yere geleceklerini düşünüyorum.
Alaaddin Karagöz
En beğendiği kadın tenisçi: Caroline Garcia
En beğendiği erkek tenisçi: Roger Federer
Favori Grand Slam: ABD Açık
Umut vadeden oyuncu: Zeynep Sönmez
Tek kelime ile tenis: Yaşam
Haluk Akkoyun
En beğendiği kadın tenisçi: Justine Henin
En beğendiği erkek tenisçi: Fernando Gonzalez
Favori Grand Slam: Roland Garros
Umut vadeden oyuncu: Atakan Karahan
Tek kelime ile tenis: Her şey
*: Bu röportaj, ilk olarak Kort Dergi’nin Mayıs 2020 sayısında yayımlanmıştır.