Yaklaşık 5 ay sonra tenis tekrar geri dönerek erkeklerde ABD, kadınlarda ise İtalya’da başlayacak. Peki bu durum ‘sonun başlangıcı’ mı olur, yoksa ‘başlangıcın sonu mu?’
SERDAR SÖZKESEN
Erkekler tarafında adeta cam bir ‘fanus’un içinde bir aya yakın ABD’de (New York ve Washington) kalacak oyuncular için zor bir dönem başlıyor. Keza kadınlarda da durum farklı değil. Çünkü mart ayının ortasından bu yana geçen süre boyunca yetenekleri köreldi, motivasyonları azaldı, fiziki devamlılıkları sekteye uğradı.
Bu süreçte Wimbledon, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez iptal edilirken, pandemi sigortasını cebine koyarak paranın sıcak kokusu ile bir yıl kapılarını kapattı. Roland Garros, kimsenin görüşüne başvurmadan aldığı fevri kararla eylül ayına kendisini zıplatırken, şüphesiz başkalarının da planlarını bozdu. En başta turdaki takvimin ayarlarını değiştirdi ve zaten zorda kalan oyuncuların sağlık durumlarını tehlikeye attı.
AĞUSTOS’TA TURNUVALAR BAŞLIYOR
Sürekli haziran ayının ortasını işaret eden ABD Açık cephesinden, beklenen tarihte açıklama geldi ve salgının en fazla hissedildiği ve on binlerce ölümün gerçekleştiği New York’ta Vali Andrew Cuomo aldığı kararla ABD Açık’ı oynatacaklarını bildirdi. Hatta USTA, (Amerikan Tenis Birliği) Cincinnati Masters’ın da New York’a taşındığını belirterek oyuncuları adeta New York’a hapsetme eğilimine girişti. Hemen ertesi gün ise ATP, ekim ayının ortasına kadar olan turnuva takvimini açıklarken, WTA işi daha üst seviyeye çıkartıp, içinde WTA Finalleri de olan tüm sezon takvimini ilan etti.
Bu, şu anlama geliyordu: Washington, Cincinnati ve ABD Açık’ta yaklaşık 1 ay oyuncular sert zeminde haşır neşir olduktan sonra apar topar Avrupa’ya uçacaklar. İki hafta içinde iki tane zorlu masters turnuvası ile (Madrid ve Roma) bir diğer slam olan toprak zemindeki Roland Garros’a hazırlanacaklar (!) Bu süreçte en başta da esneklik, çeviklik, fiziki güç ve enerjilerini gittikleri her turnuvada optimum düzeyde tutmaları beklenecekti. Dilekolay; 7 haftada 3’ü masters, 2’si slam, toplam 7 turnuva!
Evet USTA, ABD Açık’ı seyircisiz ve bir dizi katı önlemlerle düzenleyecekti ama en başta bu durum oyuncuların ritüellerini bozacak, takımlarından ayrı kalacaklar ve en büyük motivasyonlarından biri olan seyircilerden mahrum olacaklardı. Ketçaplı, salçalı ya da yoğurtlu şekilde makarnayı mideye indirmek dururken, makarnayı sade bir şekilde tatsız tuzsuz hazmetmek gibi bir durumla karşılaşacaklardı…
SIRA DIŞI KURALLAR
Bu da yetmezmiş gibi, maç esnasında ve antrenmanlarda ekiplerinden sadece bir kişiyi yanlarında bulundurabileceklerdi. En az iki antrenör, performans partneri, fizyoterapist, masör… Oyuncular hangisini seçecekti? Belki de enerji ve fizik anlamında kortta zorlu maçlarda daha diri kalma adına fizyoterapist almak daha makul olarak tercih edilebilir aslında. Bu tabii ki benim görüşüm…
Bu yazı kaleme alındığında, ABD Açık’a daha yaklaşık 2.5 aylık bir zaman var ama tenisseverlerin ve oyuncuların kafalarında birçok soru işaretleri olacağı da kesin. Sonuçta ABD Açık, tarihte eşi benzeri olmamış bir senaryo ile düzenlenecek. Tüm bunları yaparken, en ufak bir hataya yer vermemeliler ve en ince ayrıntıları düşünmeliler. İnsan sağlığını ve güvenliğini her şeyin üzerine koyup, daha sonraki materyalleri sırayla değerlendirmeliler.
Mart ayının ortasından bu yana eline raket değmemiş isimler, absürt gösteri turnuvaları ile stresini atanlar, ‘ölü’ diye tabir edebileceğimiz sezonu fırsat bilip ameliyat olanlar ve koçlarını değiştirenler… Pandemi sürecinde birçok şey gördük ve yaşadık. Olimpiyatlar ertelendi, birçok majör turnuva kepenkleri kapattı ve birçok oyuncunun rekorlar kırabileceği, kayda değer başarılar elde edeceği sezon adeta ‘yaşanmamış’ hale getirildi. Belki biyolojik bir silah, belki gerçekten bir virüs… Tüm alışkanlıklarımızı değiştirdiği ve yeni dünya düzenine adapte olmak zorunda kaldığımız büyük bir gerçek.
OYUNCULARIN TEPKİSİ
Birkaç oyuncu New York’a gidip gitmemekte kararsız olduğunu açıkladı. Novak Djokovic, Rafael Nadal, Marin Cilic, Petra Kvitova bunlardan sadece bazılarıydı ama belki de ilk ‘hayır’ cevabını veren isim Simona Halep oldu. Rumen oyuncu, salgının boyutundaki endişelerini sebep göstererek, Avrupa dışında bir turnuvaya dahil olmayacağını belirtti ve tenis camiasında büyük ses getirdi. Zaman ilerledikçe farklı isimlerin de katılmama yönünde kararlar alabilecekleri dillendiriliyor. Bunu hep beraber göreceğiz.
Daha önce 1973 Wimbledon’da ATP’nin boykotu ile beraber 79 oyuncu turnuvadan geri çekilmişti. 16 seri başı ismin 10 tanesi de boykot sebebiyle turnuvaya katılmamıştı. Bu durum, tabii ki şimdiki durumdan farklı ama zamanla ‘ABD Açık’a katılamayacaklar’ listesinin de artması güçlü ihtimaller arasında görünüyor. Ortada net bir küresel salgın var ve dünyanın her yerinde hayatını kaybedenlerin sayısı 450 bini geçti.
Kuşkusuz, ABD Açık için diğer kıtalardan gelenlerin, Kuzey Amerikalılara göre yolculuk yapması daha karmaşık olacak. Belki de Roland Garros’a hazırlanmak isteyen birçok Avrupalı, ABD Açık’ı atlayacak ve toprak zeminde çalışmak için zamanını harcayacak. Sonuçta, ABD Açık’ı oynamanın ve daha sonra Roland Garros’a bu kadar hızlı gitmenin bir de bedeli olacak. Sporcuların birkaç aydır yaşadıkları stres, özellikle orta ve alt segmentteki binlerce oyuncunun yaşadığı gelir kayıpları ve daha fazlası maalesef hesaba katılmıyor.
İLGİNÇ BİR DENEYİM
5 aylık aranın ardından tenis yol haritamızda önce Washington, Cincinnati ve ardından ABD Açık görünüyor. Oyuncular, ekipleri ve tenisseverler için zorlu bir dönem başlamak üzere. Bu spora büyük bir tutku ile bağlanan biri olarak tenisi çok ama çok özledim ve umarım bu turnuvalar ‘sonun başlangıcı’ değil de ‘başlangıcın sonu’ olur…
Şüphesiz tenis, seyirci ile güzel. Grand Slam’ler özelinde seyahat etmenin verdiği özgürlük, farklı ülkelerden gelen insanların aynı amaç uğruna bir arada olmaları, etkinlikler, yiyecekler – içecekler ve daha birçok eğlenceli aktivitelerden uzak bir slam’i izlemek, takip etmek, yaşamak ve bunları kayda almak çok ilginç bir deneyim olacak.
*: Serdar Sözkesen’in tüm yazılarını bu linkten okuyabilirsiniz.